enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
36,0412
EURO
37,3793
ALTIN
3.352,51
BIST
9.882,79
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
8°C
İstanbul
8°C
Az Bulutlu
Perşembe Az Bulutlu
11°C
Cuma Çok Bulutlu
12°C
Cumartesi Çok Bulutlu
12°C
Pazar Hafif Yağmurlu
8°C

İSLAM HUKUKU

REKLAM ALANI
İSLAM HUKUKU
17/01/2025 19:55 | Son Güncellenme: 17/01/2025 22:29
5
A+
A-

İSLAM HUKUKUNDA SUÇLAR VE CEZALAR

Image processed by CodeCarvings Piczard ### FREE Community Edition ### on 2014-06-06 19:42:42Z | http://piczard.com | http://codecarvings.com¥¡¦)]ˆ°


İslam dini iman, ibadet, muamelât (muameleler) ve ahlâk alanlarındaki prensiplerin uygulanmasını sağlamak, bunlarla ilgili emir ve yasakların ihlalini önlemek, ferdi ve içtimai hayatı bütün yönleriyle ıslah etmek maksadıyla gerek dünya gerekse ahiret hayatına yönelik olarak birtakım özendirici veya caydırıcı tedbirler almıştır. Bu tedbir ve müeyyidelerin tamamı ceza kavramının kapsamı içindedir.
İslam hukuku, suç ve ceza konularını “Ukubat” adı altında toplamıştır

  1. İslam hukukunun ilk ve en esaslı kaynağı olan Kuran’da Ukubat diye ayrı bir bölüm yer almamaktadır. Ancak Kuran hükümlerinin sınıflandırılmasında ceza hukuku kapsamına giren konular, “Ukubat” adıyla anılır ve ayrıca İslam hukukunun ana kaynaklarından olan Sünnet, İcma ve Kıyas yoluyla elde edilen ceza hükümlerini de kapsar
  2. İslam Hukukunda Suçlar
    İslam hukukunda suçlar üç kısma ayrılmaktadır:
    1) Birinci Kısım Suçlar: Bunlar, katil (cinayet’ün nefis), yani bir
    kimseyi öldürmek veya bir kimseyi çeşitli şekillerde yaralamak (cerh) suçlarıdır. Görüldüğü gibi bu suçlar, “hakkı ademiye” denen şahsın haklarına karşı işlenen fiilleri kapsamına alırdı
  3. Bu suçlarda kişisel haklara üstünlük tanındığından af ve sulh geçerlidir. İslam hukukunda katlin beş çeşidi vardır:
    Amden katil (bilerek isteyerek), şibih amit (kasıt benzeriyle), hataen katil, hata mecrasına cari katil (hataya benzer bir fiil), teşebbüsen katil.
    Cerhin ise dört çeşidi vardı: Amden cerh, hataen cerh, hata hükmünde cerh, teşebbüsen cerh.
    2) İkinci Kısım Suçlar: Bu suçlar, Kuran tarafından gösterilmiş olup, Allah’a karşı işlenen suçları kapsamına almaktadır
  4. Bunlar İslam toplumunun yararlarına dokunan suçlardır. Hırsızlık, zina, şarap İçme, kazif veya zina iftirası, yol kesme, irtidat veya ridde denilen İslam dinini terk etmek gibi suçlardır. Bu suçlarda, suçtan zarar görenin şikayette bulunması gerekmezdi. Çünkü bunlar insanların birarada yaşamaları için kurulmuş olan düzeni bozar ve böylece Allah’a karşı işlenmiş olarak kabul edilirdi
  5. Bu belli suçların işlendikleri mahkeme önünde kesinleşince artık af ve sulh geçerli olmazdı. Cezaların miktarı da değişmez olduğundan, bu cezalarda arttırma veya indirmenin yapılması da mümkün değildir
  6. Ancak, suçlu suçunu kabul etmez ve toplanan delillerle de suçluluğu ispatlanamazsa Allah merhametli olduğu için affedeceğinden, hakimin cezalandırma yoluna gitmemesi tavsiye edilmiştir
  7. Bu çeşit suçları kavuşturma görevi, devlet başkanına veya onun hakimine düştüğü gibi, her iyi Müslüman’ın da, böyle suçları ihbar etmek yükümlülükleri vardı
  8. Ancak, kazif (zina yapan) ve hırsızlık suçlarında şikayet ve talep zorunlu olmaktadır
  9. 3) Üçüncü Kısım Suçlar: Taziren cezalandırılan fiiller bu gruba
    girmektedir. Bilindiği gibi taziri gerektiren suçlar; hakkında ayet ve hadis gereği herhangi bir hükmün (nassın) bulunmadığı, ceza takdirinin hakime bırakıldığı suçlardır. Tazir sözcüğü yasaklamak, cezalandırmak, zorlamak, reddetmek, terbiye etmek, anlamında kullanılmaktadır. İslam hukuku kaynaklarında gerek suç, gerek karşılığında cezası gösterilmiş olmamakla beraber, kişilere veya kamuya zarar verdikleri için ulülemr tarafından cezalandırılan fiiller olarak geçmektedir
  10. Devlet başkanı veya ona vekale eden hakim, suçluyu ve suçun toplumdaki durumunu gözönüne alarak cezayı takdir eder.
    Hapis Cezası, Rey Yayıncılık, Kayseri 1996, s.37.
    C.52Sa.l İSLAM HUKUKUNDA SUÇLAR VE CEZALAR 169
    İslam hukukuna göre, devlet aleyhine işlenen suçlar, “taziren”
    cezalandırılan suçlar grubuna girmektedir. Yani bu gibi suçların, nelerden ibaret bulunduğu, islam hukukunun metin halindeki kaynaklarında gösterilmiş değildir. Fakat, failleri, yine islamm ana prensiplerine göre “veliyyüTemr” ve onun naipleri olan hakimler ve “vülatı ceraim” denilen memurlar cezalandırabilirlerdi”.
    II. İslam Hukukunda Cezalar
    İslam dininin ana kaynağı olan Kuran ve Sünnet İslam ceza hukukunun da asli kaynağı olup bu alandaki temel prensipleri ve amaçları belirler. İslam hukukçuları ve hukuk ekolleri ise bu esas amaçların günlük hayata uygulanma tarz ve şartlarıyla ilgili hukuki yorum ve ayrıntıyı geliştirerek kendi devir ve toplumlarının problemlerini bu çerçevede çözmeye çalışmışlardır. Bu sebeple İslam ceza hukukunun klasik yapısı Kuran, sünnet ve İslam hukukçularının İçtihadları şeklinde hiyerarşik üç merhalede oluşmuştur. Kuran ve Sünnet’in belirlediği cezalar netice itibariyle İslam’ın korunmasını esas aldığı beş temel değerin yani akıl, din, can, ırz ve malın korunmasını, insanların genel ve özel yararını bir denge içinde gözetmeyi hedef alır. Bu cezalar, İslam’ın kötülüğü önleyip iyiliği hakim kılma ilke ve gayretinin bir parçasıdır
    12 Cezalandırmanın amacı, genelde suçun aleniyetine ve yayılmasına engel olarak içtimai vicdanı ve yapıyı korumak, özelde ise suçu önlemek, suçluyu te’dib (terbiye verme) ve ıslah etmektir. İslam dini, şahsi hakların ağır bastığı cezalar da dahil olmak üzere cezalandırmayı devlete ait bir hak ve görev kılmakla hem devlet ceza hukuku fikrini tesis etmiş, hem de kısasın infazında, diyette ve hadleri uygulamada düzensizlikleri, haksızlık ve aşırılığı, eşitsizliği ve şahsi düşmanlıkları ortadan kaldırarak cezalandırmayı kanuni, genel ve adli esaslara bağlamıştır.
    İslam hukukunda cezai müeyyideler çeşitli yönlerden farklı ayrımlara tabi tutulabilir. Amaçladıkları hak ve menfaatlerin mahiyetleri itibariyle cezalar hayata, bedene, şahsiyete, mal varlığına veya şahsın temel hak ve hürriyetlerine ilişkin olabilir. Suçun doğrudan doğruya karşılığı olan cezaya “asli ceza” denilir Bu cezayı infaz imkanı olmayınca onun yerine geçen “bedel ceza” dan veya asli cezaya ilave olarak verilebilen “ek ceza” dan söz edilir. Suçun ihlal ettiği hakkın, diğer bir deyişle cezanın infazında hakim olan hakkın mahiyetine göre cezalar Allah-toplum hakkına taalluk eden cezalar, şahsi haklarla ilgili cezalar, her iki hakkın da bulunduğu cezalar şeklinde üçlü bir ayrıma tabi tutulabilir. Bununla birlikte cezaların en çok bilinen tasnifi, sari (kanun koyan, şeriat koyan) tarafından belirlenip belirlenmediğine göre yapılan ve suçun çeşidini de dikkate alan ayrımdır.
    Bunlar; had, kısas, ta’zir ve diyet’tir
  11. Cezalar ve uygulama usullerini biz de, Allah’ın haklarına karşı işlenen suçlara verilen cezalar, kulun, yani bireyin çıkarlarına karşı işlenmiş olan suçlara verilen cezalar ve taziren cezalandırılan fiillerin cezaları şeklinde inceleyeceğiz.
    1) Şahsın Haklarına Karşı İşlenen Suçların Cezası: Bu cezalar,
    “kısas” ve “diyet” tir. “Hakkı ademiye” denen şahsın haklarına karşı işlenen suçlar, doğrudan kişiyle ilgilidirler
  12. a) Kısas: Cinayette ödeşme olarak tanımlanabilecek olan kısas, gerek öldürme ve yaralama gerek herhangi bir uzvun yok edilmesi veya işe yaramaz duruma getirilmesi şeklinde işlenen suçların faillerinde, olanak elverdiği taktirde, işledikleri suçun aynı ile cezalandırılmasıdır
  13. Kısas cana karşı ve uzva karşı kısas olmak üzere ikiye ayrılmaktaydı. Uygulanabilmesi için fiilin bilerek veya isteyerek işlenmesi, failin ergin ve mümeyyiz olması, öldürülenin hayatının şeriatça sürekli olarak korunmuş bulunması, öldürenin füru, kölesi veya furuunun kölesi olmaması gerekirdi.
    Kasten adam öldürme suçunu işleyene kısas uygulanır. Burada cana karşı yapılan kısas, candır. İslam hukukçuları, kastı saptamada bazı ölçüler koymuşlardır. Nitekim, eğer fail eylemini, kesici, delici ve parçalayıcı bir aletle işlemişse bu, onda öldürme kastının mevcudiyetini gösterir. Bir bakıma kastın var olup olmadığı, ancak katilin kullandığı vasıtaya bakılarak tespit edilir. Kılıç, bıçak, ok mızrak, keskin taş, sivri ağaç gibi şeyler katil aleti sayılır. Yakarak öldürmek, kasten adam öldürmeye, dayak atarak öldürmek ise, kasıt benzeriyle öldürmeye girer
  14. Ebu Hanife ise, sadece, bir uzvu vücuttan ayırabilecek bir silah ile, işlenen fiili, kasten işlenmiş sayar.
    C.52Sa.l İSLAM HUKUKUNDA SUÇLAR VE CEZALAR 171
    Demir, ağaç vs. Gibi bir aletle öldürmeyi, Kısası gerektiren adam öldürme olarak kabul etmez
  15. Belirtelim ki, kısas cezasının verilebilmesi için suçlunun, suçu bilerek ve isteyerek işlemiş olması gerekir. Aksi halde: birini yanlışlıkla öldüren, aslında öldürücü olmayan bir fiili bile bile işleyerek ölüme sebep olan, bir fiili istemeyerek işleyen ve böylece ölüme sebep olan, doğrudan doğruya bir kimseyi öldürmek için işlenmemiş olan bir fiil sonucunda ölüme sebep olan suçlular hakkında kısas uygulanmaz
  16. Uzva karşı kısasa gelince; Bir kimseyi bilerek, isteyerek ve haksız olarak öldürmeyecek biçimde yaralayan kimse olanak dahilinde ise aynı biçimde yaralanır. Bu yarayı isterse yaralanan kendisi açabilir.
    Kısas hakkına sahip olana, veliyyi kısas, veliyyi cinayet veya veliyyi kati denir. Mağdurun velisi af ederse, veya sulh olurlarsa kısas cezası düşer.
    Kısas, mağdur, veya velisi için bir hak olmakla birlikte, kısas veya diyetten veya bunların her ikisinden de vazgeçmek mümkündür. Af halinde yetkili otorite, suçluya taziren ceza verebilir. Kısas suçlarında fail, sadece mağdura yaptığı ile cezalandırılabilir. İkisi arasında benzerlik kurulamadığı, aynı durum söz konusu olmadığında kısas düşer. Kısas, öldürülenin velisinin hakkıdır. Bir başkası, veya devlet başkanı, adam öldüreni af yetkisine sahip değildir. Kısasla birlikte intikam yasaktır. Mahkumdan başkası öldürülemez. Mağdur tarafından mahkumun cezası infaz edilemez
  17. Fail, öldürdüğü kimseyi nasıl öldürmüş olursa olsun, kısas keskin bir aletle boynunun kesilmesi yoluyla infaz edilir.
    b) Diyet: Ölüm veya yaralama ile sonuçlanan bir suç işlendiğinde, kısas istenmediği veya kısasın mümkün olmadığı durumlarda, mal olarak verilmesi gereken bedele “diyet” denilmekteydi. Diyet bir bakıma para cezasıdır. Kısas istemeye hakkı olanların hepsinin veya birisinin bundan vazgeçip diyet istemesi veya kısası uygulamak için bulunması gereken şartlardan birisinin eksik olması veya kısasın diğer bir sebepten mümkün olmaması hallerinde Diyet uygulanabilmekteydi. Demek ki, diyet cezası, kısasa tabi suçların yanlışlıkla işlenmesinde veya kasten işlenip de kısas cezası şartlarının gerçekleşmediği, kanun koyucunun ceza miktarını belirlediği cezalardır. İnsanın azalarına karşı tecavüz ve yaralama halinde ödenmesi gereken tazminata erş denir. Eğer önceden bedeli saptanmamış bir yaralama ile karşı karşıya ise, hakim yaralananı bir köle kabul ederek, yaralama ile değerinde meydana gelen eksiklik oranında tam diyetin bir yüzdesine hükmeder. Buna “hükümet” adı verilir. Örneğin; köle olsaydı değeri 100 Kuruş edecek olan bir adam yaralanmadan ötürü artık 90 Kuruş edecekse demek ki değerinin % 10 unu yitirmiştir. O halde, ölüm diyetinin %10 unu suçlu, mağdura ödeyecektir
  18. Diyet, deve, gümüş veya altın olarak ödenir. İslamiyet’ten önce bilerek ve isteyerek öldürmenin diyeti 10 dişi deve iken sonradan 100 dişi deve olmuş ve miktar Hz. Muhammed tarafından da kabul edilmiştir. Bazı hadislerde diyet miktarı 1000 Dinar altın, 12.000 dirhem gümüş, hatta 200 sığır, 2000 koyun veya 200 elbise olarak da geçer
  19. Öldürmenin kasten veya hataen olması, diyet olarak verilecek develerin sayısını etkilemese de cins ve evsafını etkiler. Kasten ve kasta benzer öldürmede deveden verilecek diyet, çoğunluğun görüşüne göre bir, iki, üç ve dört yaşını tamamlamış develerin her grubundan yirmi beşer olmak üzere 100 dişi devedir. Hataen adam öldürmede ise, develerin vasfı daha hafifletilmiş ve yukarıda belirtilen dört gruptan yirmişer dişi deve ile bir yaşını tamamlamış yirmi erkek deve olarak belirlenmiştir.
    Kadının diyeti, erkek diyetinin yarısıdır. Diyet; üç yılda üç taksitte ödenir. Öldürülen kölenin diyetinin değil kıymetinin tazmini gerektiği şeklindeki geleneksel düşünce İslam döneminde de devam etmiştir.
    İslam hukukunda cezalar genellikle şahsidir. Ancak cezaların şahsi olmadığını veya kollektif olduğunu gösteren iki müessese vardır. Bunlardan birisi Akile diğeri Kasame’dir.
    Akile, kasıt unsuru bulunmayan bir öldürme veya yaralama hadisesinde suçlu adına diyet ödemeyi yüklenen şahıslar topluluğu olarak tanımlanabilir
  20. İslam ceza hukukunun karakteristik bir müessesesi olan
    akile, İslam’ın ilk zamanlarında temelde kabile yardımlaşmasına dayanırken,
    hemen ardından görülen hızlı İslam yayılışına bağlı olarak değişen sosyal
    yapıya intibakı söz konusu olmuş, bunun üzerine teoride birtakım
    değişikliklere uğrayarak bir gelişme göstermiştir
  21. Akile bir bakıma,
    suçlunun bu suçu işlemesine engel olmadığı için diyet ödemek suretiyle
    cezalandırılmasıdır. Diyetin bu şekilde akılelerce ödenmesi zorunluluğu, bir bakıma yardım,
    bir bakıma da cezalandırma niteliğindedir. Nitekim, diyet, akile tarafından
    20 ÜÇOK-MUMCU-BOZKURT, age., s.77.
    21 ÜÇOK-MUMCU-BOZKURT, age., s. 77; FENDOĞLU, H.Tahsin, age., s. 460;
    BARDAKOĞLU, Ali, age., s.475.
    22 AKTAN, Hamza, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, “Akile” Maddesi, Cilt:2,
    C.52Sa.l İSLAM HUKUKUNDA SUÇLAR VE CEZALAR 173
    ödenince, hem mağdurun hakkı karşılanmış, hem de suçlunun kötü duruma
    düşmesine meydan verilmeyerek sosyal bir yardım sağlanmış olmaktadır.
    Akile fertlerine yükletilecek diyet, onları iktisaden kötü duruma
    düşürmeyeceği biçimde hakim tarafından servetlerine göre bölünür. Akile
    borcunu 3 yıl içinde ve üç taksitte ödeyebilir
    24 Kasame, faili meçhul olarak bir kimsenin öldürülmüş olması halinde,
    ölünün bulunduğu yeri böyle bir fiilin işlenemiyeceği şekilde kontrol
    edebilecek durumda olanların, bazı şartlar ile diyet ödemeye mecbur
    olmalarıdır. Öldürülmüş olduğu iddia edilen kimsenin cesedi bir kasabada,
    bir mahallede, bir evde ses işitilecek kadar bir kasabaya yakın olan veya hiç
    kimseye ait olmayan bir yerde bulunmuş olmalıdır. Ceset iki kasaba veya iki
    aşiret arasında bir yerde bulunmuşsa, cesedin daha yakın olduğu kasaba veya
    aşiret halkı kasameden sorumludur. Faili meçhul öldürme olayında, ölünün
    bulunduğu toprak sahipleri kasameye tabi tutulurlar. Veli-i kısas, bunlardan
    elli kişi seçer. Onlar, maktulü öldürmediklerine ve öldüreni de
    bilmediklerine yemin ederlerse o zaman onlardan diyet alınır. İçlerinden biri
    yemin etmezse, veli-i kısasın isteğiyle, ikrar veya yemin edilinceye kadar
    hapsedilir. Veyahut diyet isterse, bütün diyeti onun ödemesine
    hükmolunur
    25 Diyetin bir ceza mı yoksa tazminat mı olduğu konusu uzun zamandır
    tartışılmakla birlikte diyet kan bedeli ve tazminat olma özelliğini daima
    korur. Diyetin ceza olma yönü, ödemesiyle failin şahsen borçlu olduğu
    kasdi, kısmen de kasıt benzeri öldürmelerde daha belirgindir. Akılenin ve
    üçüncü şahısların ödemeyi üstlendiği durumlarda ise artık diyet bir cezadan
    çok tazminat ve sosyal sigorta görünümündedir.
    2) Allah’ın Haklarına Karşı İşlenen Suçlara Verilen Cezalar
    İslam hukukunda bazı suçlar için Kuran’da belirtilmiş değişmez
    cezalara “hadd” denir. Hadd başlıca Allah’a karşı işlenen suçlara
    konulmuştur. Bundan ötürü de değiştirilemezler. Hadd kelimesinin çoğulu
    hudud’dur. Allah’ın haklarına karşı işlenen suçlar; hırsızlık, zina, şarap
    içmek veya sarhoş olmak, kazif (birine zina isnat etmek), yol kesme, irtidat
    yani İslam dinini terk etmek ve değişik görüşler olmakla beraber isyan’dan
    ibarettir
  22. Bu suçlar Kuran’da yazılı olduğundan yakmmasız kovuşturulur.
    24 ARTUK-GÖKCEN-YENİDÜNYA, age., s.102; ŞAFAK, Ali, Mezheplerarası Mukayeseli
    İslam Ceza Hukuku, Erzurum 1977, s.104.
    174 AKBULUT Yıl 2003
    Hadd cezası ağır müeyyideleri ihtiva ettiğinden söz konusu suçların hakim
    huzurunda ispatlanması çok güç şartlara tabi tutulmuştur. Meselâ zinanın
    sabit olması için dört erkek şahidin olay hakkında ve en küçük ayrıntılarına
    kadar aynı şekilde tanıklıkta bulunmaları gerekir. En küçük şüphe halinde
    haddlerin uygulanmasından vazgeçilir.
    Kazif (zina iftirası) ve Sirkat (hırsızlık) suçlarında ceza için şikâyet
    şarttır. Bu suçların isbatı sırasında ve verilen ceza infaz edilirken
    şikayetçinin hazır bulunması gereklidir. Zinada şahitler hazır değilse ceza
    infaz edilmez. Hattâ recimde şahitler taşlamaya kendileri başlamazsa ceza
    düşer. Çünkü bunda bir şüphe uyanır. Hadler ise şüphe ile düşer. Hırsızlıkta
    ihbardan önce çalınan şeyi iade etmek cezadan kurtarır. Yol kesicilikte
    yakalanmadan önce nedamet ve tevbe haddi düşürür. Bu hallerde bu fiiller,
    adi suçlardan sayılır ve cezayı affetmek mümkün olur
    27 Hadd cezası uygulanan suçlar ve cezalarını şu şekilde belirtebiliriz:
    a) Zina Suçu ve Recim-Sopa Cezaları: İslam hukukunda zina, şer’i bir
    sözleşme bulunmadan yapılan haram bir cinsel ilişkidir
  23. Zina fiilinin cezasına “haddi zina” adı verilir. Birbirleriyle evli olmayan veya efendi köle
    durumunda bulunmayan ayrı cinsten iki kişinin birbirleriyle cinsel ilişkide
    bulunmaları zina sayılmış ve recim veya sopa dayağı ile suçlu
    cezalandırılmıştır. Nûr Suresinin ikinci Ayetinde:
    “Zina yapan kadın ve erkekten her birine 100 değnek vurun”
    buyrulmuştur. Bu ayete göre zina yapan kadın ve erkeğe yüz değnek hadd
    vurulur. Bunların rızalarıyla bu işi yapmış olmaları cezaya hak etmek için
    şarttır. Zorla ırzına geçilen kadına bu ceza verilmez. Ayette (mezniye) değil
    de (zaniye) denilmesinin sebebi budur. Bu ayetten önce, Nisa suresinin 15.
    Ayetine göre zina eden kadınlar, ıslah-ı hal edilinceye kadar, evlerinde
    hapsedilirdi. Nûr Suresi ile değnek cezası verilirdi. Buna celde denir. Çünkü
    deriye, cilde vurulur. Bu bir işkence, eti çürütmek için değil de te’dip için
    vurmaktır. Onun için değnek vururken dikkat edilecek hususlar şöyle tesbit
    edilmiştir: Değnek parmak kalınlığında olacak, düz ve budaksız bulunacak;
    vuran kimse elini omuz hizasına kadar kaldıracak, fazla kaldırıp şiddetle
    vurmayacak; çıplak bedene vurmayacak; yüz, karın boşluğu, tenasül yerleri
    gibi nazik yerlere vurmayacak; değneklerin hepsi bir yere vurulmayıp
    27 KESKİOĞLU, Osman, age.s.286; CİN, Halil-AKGÜNDÜZ, Ahmet, Türk Hukuk Tarihi, 1.
    Cilt, İstanbul 1995, s.314; AYDIN, M.Akif, Türk Hukuk Tarihi, İstanbul 1999, s.196.
    28 İslam Ceza Hukukunda İdamı Gerektiren
    Suçlar, İstanbul 1995,s.54vd.
    C.52Sa.l İSLAM HUKUKUNDA SUÇLAR VE CEZALAR 175
    vücudun muhtelif yerlerine dağıtılacak; erkeğe ayakta, kadına oturduğu
    halde vurulacak
    29 Hazret-i Ömer zamanında bir sünnete dayanılarak zina suçunda recim
    cezası da kabul edilmiştir. Musevi hukukunda büyük bir yer alan recim,
    suçlunun yarı beline kadar toprağa gömüldükten sonra taşlanarak
    öldürülmesidir. Sopa ve recim cezasının uygulanması bakımından zina
    suçluları iki kategoriye ayrılmışlardır. Birinci kategoriye girenlere muhsen
    adı verilmiştir ki, ergin, mümeyyiz, özgür ve hayatlarında evli olarak cinsel
    ilişkide bulunmuş olan kimseler bu kategoriden sayılmışlardır. Yani
    suçlunun suçu işlediği zaman evli olması değil hayatında evlilik içinde cinsel
    ilişkide bulunmuş olması muhsen sayılmasına yeter. Muhsen’ler zina
    işleyince recim ile cezalandırılırlar. Muhsen olmayanlar ise yani
    yaşamlarında evlilik içinde cinsel ilişkide bulunmamış olanlar 100 değnekle
    cezalandırılırlar. Her iki cezanın da verilebilmesi için, suçluların zina işlemiş
    oldukları, ya dört tanıklığa ehil erkek tanığın gözleriyle görülmüş olmalı ve
    bu tanıklar mahkemede tanıklıkta bulunmalıdırlar, yahut da suçlular ayrı ayrı
    oturumlarda dört kez zina işlemiş olduklarını kabul etmiş bulunmalıdırlar.
    Aksi halde bu sanıklara hadd cezası verilemez30
    b) Zina İftirası (Kazf) Suçu ve Cezası: İslam, namusa çok önem verir.
    Bir insana iffetsizlik isnadı en büyük günahtır ve ağır cezayı gerektirir. İffete
    iftira suçuna kazf denir. İslam hukuku bu isnadın isbatını çok
    güçleştirmiştir. Dört görgü tanığı bunu gözleriyle tam gördüklerini beyan
    etmelidirler, ikrarda ise dört defa ikrar etmesi, hakim reddettikçe ikrarını
    tekrarlaması lazımdır. Aksi halde zina sabit olup recme gidilemez. Zina
    isnad edip de isbat edemeyenler müfteri durumuna düşerler ve bu iftiraları
    cezasız kalmaz. Nûr Suresinin 4. Ayeti, muhsan olanlara zina isnad edip
    isbat edemeyenlere 80 sopa vurulmasını belirtmektedir. Bu ceza, evlenmiş
    veya evlenmemiş olan namuslu kadına, iffetli yetişkin kızlara yapılan zina
    iftirasına da şamildir. Aklı baliğ olan hür, namuslu müslüman kadını
    muhsandır. Ona iftira cezayı gerektirir. Erkeklere iftira da aynı şart ve
    hükümlere bağlıdır. Köleler hakkında kazf haddi 40 sopadır. Köleye yapılan
    zina iftirası ise, hadd-i kazfi değil, tazir’i gerektirir. Ancak karısına zina
    isnad edip de ispat edemiyen koca cezalandırılmadığı gibi, küçükler, deliler
    ve füruuna zina isnat etmiş olan usûl kazf den ötürü cezalandırılmazlar31
    c) Hamr (Şarap) İçme Suçu ve Cezası: İçinde alkol bulunan içki ve
    özellikle şarap içmenin veya bu tür içkileri içmekten dolayı sarhoş olmanın
    29 KESKİOĞLU, Osman, age., s.288.
    30 ÜÇOK-MUMCU-BOZKURT, age., s.79; KESKİOĞLU, Osman, age., s.288; CİN, HalilAKGÜNDÜZ, Ahmet, age., s.312.
    31 ÜÇOK-MUMCU-BOZKURT, age., s.79; KESKİOĞLU, Osman, age., s.289; CİN, HalilAKGÜNDÜZ, Ahmet, age., s.314.
    176 AKBULUT Yıl 2003
    cezasına “haddi şirb” veya “haddi sekir” adı verilir. Bu ceza Kuran’da
    yoktur. Sonradan İcma ile kabul edilmiştir. Bu suçun cezası 80 sopadır.
    Suçun oluşması için iki erkek şahidin şahadeti, suçlunun ikrarı ve sarhoşluk
    halinin isbatı gereklidir. Sarhoşun ağzının kokusu geçtikten sonra had
    vurulmaz. Küçükler, deliler, gayrimüslimler ve yeni müslüman oldukları ve
    şeriatı bilen kimselerle değinip öğrenmelerine olanak bulunmayan yerlerde
    yaşadıkları için bu yasağı bilmeyenlere de bu ceza verilmez32
    d) Hırsızlık Suçu ve Cezası (Hadd-i Sirkat): Başkasına ait koruma
    altındaki belli bir değerde bir malı mülk edinme kasdıyla gizlice almaya
    hırsızlık denir. İslam hukukçuları, hırsızlığı ikiye ayırırlar: Birisine adi veya
    basit hırsızlık, diğerine büyük hırsızlık adını verirler. Adi veya basit hırsızlık
    dediğimiz suç hadd cezasını gerektirir. Büyük hırsızlık ise tazir cezasını
    gerektirir. Burada had cezasını gerektiren küçük hırsızlıktan bahsedeceğiz.
    Hırsızlık suçlarında iki çeşit hüküm uygulanır: Birincisi, mala ilişkin
    olup çalınan şeyin iadesi, bu iade mümkün olmazsa belli bir tazminatın
    verilmesinden ibarettir. Cisme ilişkin hüküm ise, “haddi sirkat” yani cezadır.
    Hırsızlık edenin ilk seferde sağ eli kesilir. İkinci defa hırsızlık ederse bu
    defa sol ayağı kesilir. İki elini de kesip hayati ihtiyaçlarını görmekten
    büsbütün mahrum bırakılmaz. Yine hırsızlık ederse artık kesilecek bir şey
    yoktur. Tövbe edinceye kadar hapsedilir33
    . Çaldığı mal elinde mevcut ise
    sahibine iade edilir. Mal bulunmaz ise tazmin gerekmez. Had vurmak cezası,
    tazmini bertaraf eder. İki ceza bir arada toplanmaz. Hırsız, haddin
    tatbikinden önce tövbe ederse, Hanefi mezhebine göre mal sahibi
    affetmedikçe had düşmez. Safilere göre düşer. Hırsızlık suçunun oluşması
    için malın belli bir değerde olması gerekir. Çalınan malın 10 dirhem
    gümüşten aşağı kıymette olmaması gerekir. Bu itibarla çeşitli hırsızlıklarda,
    çalınan malların değerlerinin toplamı on dirheme ulaşmazsa, el kesme cezası
    uygulanmaz. Çünkü ortada ayrı ayrı hırsızlık fiilleri bulunmaktadır.
    Belirtilen miktar, tek hırsızlıkta tek kimse içindir. İki kişi, örneğin değeri on
    dirhemlik bir malı beraberce çalsalar cezaya çarptırılmazlar. Nedeni, her
    birinin payına beş dirhem düşmesidir
    . ŞENSOY, Naci, Basit Hırsızlık ve Çeşitli Mevsuf Hırsızlıklar, 2. Bası, İstanbul 1963, s.19-
    21; GÖKÇEN, Ahmet, Tanzimat Dönemi Osmanlı Ceza Kanunları ve Bu kanunlardaki Ceza
    Müeyyideleri, s.76 vd.
    ARTUK-GÖKCEN-YENİDÜNYA, age., s.92; AKŞİT, Cevat, İslam Ceza Hukuku ve
    İnsani Esasları, İstanbul 2000, s. 113; SCHACT, Joseph, age., s.186; KESKİOĞLU, Osman,
    age., s.290; İslamda Ağırlık Ölçüleri hakkında geniş bilgi için bk. Osmanlılarda Ölçü ve
    Tartılar (Ottoman Weights and Measures), Metin ve Sergi Çalışmaları, Garo KÜRKMAN,
    Türk ve İslam Eserleri Müzesi Sergi Katoloğu, İstanbul 1991, s.7 vd.; Hinz Walther, Çev.
    Sevim Acar, İslamda Ölçü Sistemleri, No:21, İstanbul 1990.
    C.52Sa.l İSLAM HUKUKUNDA SUÇLAR VE CEZALAR 177
    Malı çalınan kimse malın maliki veya hiç olmazsa zilyedi olmalıdır.
    Malı çalınan ile hırsız arasında belirli bir akrabalık bağı bulunmamalıdır.
    e) Yol Kesme (Kat’ül Tarik) Suçu: Büyük hırsızlık (sirkat) olan yol
    kesme suçu, değişik biçimlerde ve ağırlıkta işlenebilir. Yol kesenlere kutta-ı
    tarik denir. Bunlar dağ başında ve kırlarda silahlı olarak gezip rastgeldikleri
    yolcuları tutup soyan eşkiyadır. Bunun cezası Maide Suresinin 33. Ayetinde
    gösterilmiştir.
    Yol kesme suçunun cezası, muhtelif olasılılara göre farklılık arz eder.
    Nitekim, bir kısmı sadece soygunculuk yapar, mala dokunur, cana
    dokunmaz, bazısı ise hem malını alıp hem de öldürürse, bu iki suç birleşince
    bunun cezası ağır olur. Yanlız mal alırsa bunların sağ eli ve sol ayağı kesilir.
    Hem mal alıp hem de öldürürse diri olarak asılıp süngü ile öldürülür veya
    öldürüldükten sonra asılarak ölüsü teşhir edilir. Bu şekilde ceza, kısas
    olmayıp had olduğundan varislerin affetme yetkisi yoktur. Yalnız ulu’1-emr
    bu cezalardan asmak yerine katil, katil yerine el ayak kesmeyi tercih etmek
    yetkisini haizdir. Eşkiya, soygunculuk yapmaz, ırza geçmez, adam
    öldürmezse yalnız yolu tehdit ederse, o zaman hapsolunur, başka bir yere
    sürülür. Bunlar adam yaralar veya öldürürde soygunculuk yapmazlarsa o
    zaman bu kısasa girer. Veli-i kısas isterse kısas ister, isterse diyet alır. Mal
    almışlar da tövbe etmişlerse mal sahipleri mallarını istemekte serbesttirler35
    f) Bir Müslüman’ın Dinini Terk Etmesi Yahut Başka Bir Dine
    Girmesi: Bir müslüman’ın dinini terk etmesi veya başka bir dine girmesine
    “irtidad” veya “ridde” denir. İrtidad, sözlükte, kesin dönüş, terim olarak ise,
    kişiyi İslam dairesinden çıkaran bir şeyin yapılmasıyla İslam dininden kesin
    dönüştür. Bu suçun cezası, sünnet ve icma ile tesbit edilmiştir. Ridde suçu,
    bir şüphe sebebiyle meydana gelmişse, mürtede gerçek anlatılır ve yeniden
    müslüman olması istenir. Gerekiyorsa düşünme fırsatı verilir. Düşünmenin
    süresi konusunda, üç gün veya daha fazlasına ait görüşler vardır. İslam
    mantığına en uygun düşen görüş olarak, kişinin tövbe edeceğine dair ortada
    umut olduğu sürece teklifin tekrarlanması gerektiği belirtilmiştir36
    . İslamdan
    dönen erkek öldürülür. Kadın ise hapsedilir ve İslam’a dönünceye kadar her
    üç günde bir dövülür37
    . Ridde suçunun oluşması için, mürtedin akıllı ve
    seçme gücünün elinde olması şarttır. Bu suçun cezalandırılmasının sebebi,
    din değiştirmenin toplumu derin surette sarsacağı, kamu düzenini derinden
    etkileyeceği ve fitne oluşturacağı içindir.
    ARTUK-GÖKCEN-YENİDÜNYA, age., s.97; KARAMAN, Hayrettin, Mukayeseli İslam
    g) Devlete Karşı İsyan Suçu ve Cezası (Bağy): Müslümanlardan bir
    grubun, kendi kanaat ve ictihadlarına göre, yanlış yolda olan devlet
    başkanına baş kaldırmalarına; onu devirmek, düzeni değiştirmek veya ayrı
    bir devlet kurmak istemelerine “bağy”, bunu yapanlara da “baği” denir. Bu
    hareket Hz. Osman’ın son zamanlarında başlamış, Cemel olayı, Sıffin ve
    Haricilere karşı yapılan Nehrevan savaşları meydana gelmiştir. Osmanlı
    hukukunda çokça görülen, siyaseten kati kurumunun temelini, devlete isyan
    (bağy) suçu teşkil etmektedir. Asilere verilen ceza, İslam hukukçuklarının
    ittifakıyla, had cezalarından sayılmıştır
    38 İsyan suçu niteliği itibariyle irtidad
    ve yol kesme suçlarından ayrılır. İsyancıların amacı adi suç işleme olmayıp,
    tamamen siyasidir. İsyancı sıfatını taşıyanların müslüman olduklarından
    kimsenin şüphesi yoktur. Fakat bunlar devlet başkanına karşı ayaklanarak
    düzenin değişmesini isteyen, esas amaçları fesat çıkarma olmayan,
    kendilerine göre yaptıklarının İslamın hayrına olduğunu düşünen bir
    topluluktur. İsyancılardan, bir yere toplanıp grup oluşturmayanlarla devlete
    baş kaldırmayanlara dokunulamaz. Hukuken diğer insanlara davranıldığı
    gibi davranılır. Bozuk inançların haksız propagandasını yaparlarsa önce
    uyarılır, sonra ta’zir edilir. Devlete isyan ettiklerinde, önce uyarılır, sonra
    savaşılır. Savaştan önce uyarılmaları şarttır. Savaşta, kaçan kovalanmaz,
    yaralı ve esirler öldürülmez, malları zapt edilmez. Çocukları esir edilmez.
    Zaruret bulunmadıkça, evleri, paraları, ürünleri tahrip edilmez. Zira bu
    savaşın amacı, yok etmek değil, yola getirmektir39
    Kaynaklardaki bilgiler toplu olarak değerlendirildiğinde isyan suçunun
    belirli, sabit cezasının bulunmadığı görülmektedir. İsyancıların savaş
    esnasında öldürülebilecekleri kabul edilmekle birlikte bu durum halin
    icabından kaynaklanan bir zarurettir. Esasında asilerin savaş esnasında
    öldürUlebilmelerini esasen ceza olarak nitelemek de güçtür. İsyancılara karşı
    savaşmak bir meşru müdafaa hareketi olup amacı asileri itaate zorlamaktır.
    Şayet bu bir ceza olarak düşünülseydi, savaşta isyancıların yenilmesinden
    sonra yakalanan esirlerin cezasının da idam olması gerekirdi. Halbuki isyan
    bastırıldıktan sonra ölüm cezası verilemeyeceği, uygun bir ta’zir cezası
    verileceği hususunda Ebu Hanife dışındaki hukukçular görüş birliği
    içindedirler40
    3) Taziren Cezalandırılan Fiiller
    Tazir, sözlükte, ıslah terbiye anlamına geldiği gibi, çevirmek,
    reddetmek, mutlak tedip ve ıslah etmek anlamlan da vardır. Terim olarak,
    40 AKMAN, Mehmet, “Önceki Hukukumuzda İsyan Suçu”, Marmara Üniversitesi Hukuk
    Fakültesi, Hukuk Araştırmaları Dergisi, Cilt:9, Sayı:l-3, İstanbul 1995, s.217; Ahmet
    AKGÜNDÜZ. Mukayeseli İslam ve Osmanlı Hukuku Külliyatı, Diyarbakır 1986, s.823.
    İSLAM HUKUKUNDA SUÇLAR VE CEZALAR
    179 hakkında kesin ceza tesbit edilmemiş olan yasaklanmış fiillerde, yerine
    getirilmesi gerekli olan ceza demektir41
    . Kur’an ve sünnet temel bazı suçlar
    için zaruri ve sınırlı ölçüde cezai müeyyide getirmiş olduğundan genelde
    dini ve ahlaki esasların korunması, hukuk düzeninin ve içtimai disiplinin
    ihlalinin önlenmesi, gerekiyorsa bunu sağlayacak cezai tedbir ve
    müeyyidelerin geliştirilip uygulanması, müslüman toplumların kendi devir
    ve şartları içinde takdir ve tayin edecekleri bir husus olup devlete bu yönde
    geniş bir görev ve yetki alanı bırakılmıştır. Haddi gerektiren suçların dışında
    kalan fiillerin ne derece suç olduğu ve hangi tür müeyyide ile
    cezalandırılacağı İslam’ın genel ilke ve gayeleri doğrultusunda belirlenir ve
    uygulanır. İslam hukukçuları bu grup cezaların celde, hapis, sürgün, kınama,
    tehdit, nasihat, tazmin, mali ceza hatta ölüm cezası şeklinde verilebileceğini
    kabul ederler. Ancak hangi suç için hangi cezanın uygulanacağı ve bunun üst
    sınırının ne olacağı ta’ziren ölüm cezasının uygulanıp uygulanmayacağı
    konularında değişik görüşler yer almaktadır. Memleketin huzur ve rahatını
    bozan hareketlerle, mesela esnafın narhtan fazla mal satması (ekmek, et gibi
    ihtiyaç maddelerine hükümetçe konulan fiat), yiyecek içeceği tağşiş etmesi
    (ağırlığı veya kaliteyi düşürmek) veya ihtikara (vurgunculuk, bir malı
    değerinden çoğa satma) sapması gibi fiiller ta’ziri gerektirmekteydi
    42 Ta’zir’le cezalandırılacak suçlarda hakime büyük bir takdir hakkı
    bırakılmıştır. Hakim isterse suçluya sadece öğüt verir; onu azarlar,
    hapsettirir, sürgüne yollar, yüzünü karalıyarak teşhir ettirir, sopa attırır. Yine
    suçundan vazgeçinceye kadar selam vermemek, kendi haline terkedilmekle
    de tazir olunabilir. Görevden azil suretiyle, saçı traş edilmekle, para cezası
    vermekle, bir taşınmazın yıkılmasıyla da tazir olunabilir. Tazir suçunun
    cezası, zamanın yasama organına bırakılmıştır. Tazir cezalarının hapis, sözlü
    ihtar, tevbihten öteye gitmemesi, had miktarının en azına ulaşılmaması
    gerekir. İslam devleti hükümdarlarına, devlete zararlı oldukları kanısına
    vardıkları kimseleri öldürebilmeleri yolunda bir hak tanınmıştır ki, buna
    siyaseten kati denir
    43 III. İslam Hukukunda Cezalandırma İlkeleri
    Ceza hukukunun kaynakları bakımından başta gelen ve onu diğer hukuk
    dallarından ayırmaya yarayan en büyük özelliği bu hukuk dalının taşıdığı
    41 FENDOĞLU, H.Tahsin, age., s .471.
    42 ÖNDER, Ayhan, age., s.35; AND, Metin, “16. Yüzyılda Osmanlılar’da Cezalar”, Hayat
    Tarih Mecmuası, Yıl:5, Ciltrl, Sayı:3,1 Nisan 1969, s.30 vd.
    43 Bk. MUMCU, Ahmet, Osmanlı Devletinde Siyaseten Kati, Ankara 1963; Osman
    ŞEKERCİ, İslam Ceza Hukukunda Ta’zir Suçlan ve Cezalan, İstanbul 1996,
    180 AKBULUT Yıl 2003
    hükümler itibariyle kesin, açık ve belirli oluşudur. Bu ilkeler, ceza
    hukukunun bütün bölümlerinde geçerli olup, suçlunun yararı gerekmedikçe
    bu ilkelerden ayrılmak söz konusu olamaz.
    Ancak, Ceza hukukunun yasak eylemlerin belirlenmesi ve bunları
    karşılayan ceza müeyyideleri bakımından asıl özelliği kanunilik prensibinin
    bu hukuk dalında egemen bulunmasıdır.
    1) Kanunilik: “Kanunsuz suç ve ceza olmaz” kaidesine bugünün
    doktrininde verilen anlam şudur: Ceza hukukunun esası yalnız kanundur. Bu
    sebeple “kıyaslama”, “hukukun genel prensipleri”, “örf ve adef’e ceza
    hukukunda yer verilmez. Kanunsuz suç ve ceza olmaz, kaidesi iki ayrı
    konuyu kapsamına alır. Kanunsuz suç olmaz, kaidesi gereğince kanunun
    açıkça suç saymadığı bir fiilden dolayı hiç kimse cezalandırılamayacağı gibi
    kanunun açıkça cezayı arttırıcı saymadığı bir sebepten dolayı da kimsenin
    cezası artırılamaz. Kanunsuz ceza olmaz, kaidesi gereğince hiç kimse o suçu
    için kanunun vazetmediği bir ceza ile veya vazedilen cezadan daha ağır bir
    ceza ile cezalandırılamaz. Ancak “kanunsuz ceza olmaz” kaidesine hiçbir
    istisna kabul etmemiş olan memleketlerin kanunlarında bile cezanın
    miktarının ve hatta bazı hallerde nev’inin tayini hususu hakimin takdirine
    bırakılmıştır 44. Bu ilke sayesinde, Ceza hukuku, sosyal savunmayı sağlayıcı
    amacı ile ferdi koruyucu maksadını gerçekleştirebilmektedir. İlkenin esas ve
    mantığı, kişinin yasak eylemleri önceden bilmelerini sağlamak düşüncesine
    dayanır. Zira, ancak bu suretledir ki kişi hareketlerini düzenlemek imkanını
    bulabilir.
    2) Şahsilik: Bu prensip Kur’an’da, herkesin yaptığının kendisine tesir
    edeceği ve hiçbir mükellefin başkasının işlediği suçun sorumluluğunu
    taşımayacağı şeklinde değişik vesilelerle tekrar edilmiş, hem dünya hem de
    ahiret hayatında geçerli genel bir ilke olarak ortaya konmuştur. Hz.
    Peygamber de babanın suçundan evladın, oğulun suçundan babanın ceza
    görmeyeceğini her suçlunun ancak kendi aleyhine bir fiil işlemiş olacağını
    bildirmiştir. İslamiyet, Arap toplumunda öteden beri devam edegelen
    kollektif sorumluluğu ilke olarak reddedip cezanın şahsiliği kaidesini hakim
    kılmıştır. Ancak bu kaidenin iki istisnası olan akile ve kasame müesseseleri,
    belli bir amaca yönelik olarak İslam hukukunda devam ettirilmiştir45
    3) Genellik: İslam ceza hukukunda cezanın şahıslar bakımından
    genelliği, yani kanun karşısında herkesin eşitliği ilkesi hakim olup hiçbir
    zümre ve şahsa dokunulmazlık veya ayrıcalık tanınmamıştır. Esasında
    EREM, Faruk, Türk Ceza Hukuku, Cilt I, Genel Hükümler, Seçkin Kitabevi, Ankara, 1984,
    BARDAKOĞLU, Ali, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, “Fıkıh” Açıklaması,
    Cilt:7, İstanbul 1993.S.475.
    C.52 Sa. 1 İSLAM HUKUKUNDA SUÇLAR VE CEZALAR 181
    Islamiyette fertler, Şeriat nazarında ve yaratılış itibariyle birbirlerine
    eşittirler. Irk, renk farkı tanımayan İslamın nazarında, siyah, beyaz bütün
    insanlar arasında hiçbir fark gözetilmez. Hukuken hepsi eşittir46
    4) Suç-Ceza Dengesi: İslam ceza hukukunda suç ile karşılığında
    verilecek ceza arasında makul bir dengenin mevcudiyeti dikkati
    çekmektedir. Cezalandırma asıl amaç değil zaruretten başvurulan bir çaredir.
    Bu itibarla cezalar ancak zaruret ölçüsünde belirlenmiştir. Kur’an-ı
    Kerim’deki, “Bir kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülüktür” hükmü,
    tecavüzlere sadece misliyle karşılık verilmesinin gereğine ve dolayısıyla suç ceza dengesinin tesisine işaret etmektedir47
    5) Cezalandırmada Adalet ve Hakkaniyet: Adalet, davranışta ve
    hükümde Doğru olmak, hakka göre hüküm vermek, eşit olmak anlamlarına
    gelir. Adalet, Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde genellikle “düzen, denge,
    denklik, eşitlik, gerçeğe uygun hükmetme, doğru yolu izleme, dürüstlük,
    tarafsızlık” gibi anlamlarında kullanılmıştır. Kur’an-ı Kerim’e göre adaletin
    ölçüsü yahut dayanağı hakkaniyettir. Adalet genellikle, verilen ile hak edilen
    arasındaki dengeyi ifade eder. Hükümlerde adalet düşüncesi hakimdir.
    Adalet, mülkün temelidir. “Allah adaleti, iyiliği emreder..”. Bütün
    muameleler adalet prensibine göre ayarlanır. Hakkı, hak sahibine vermek
    gerekir. Haksızlık zulümdür. Zulüm en büyük günahtır. Kur’an-ı Kerim’de
    adalet kelimesi 20, zulüm kelimesi de 299 yerde geçer.
    “Allah size emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hüküm
    verdiğiniz zaman da adalet üzerine hükmetmenizi emreder” (Nisa suresi: 135,
    Maide:8)48
    Kanunu bilmemenin bazı hallerde mazeret sayılması, cezai hüküm
    taşıyan nasların (bir mesele hakkında Kur’an veya Sünnet’te gelmiş olan
    açık hüküm), geçmişe şamil olmaması, herkesin aslen suçsuzluğunun ilke
    olarak kabul edilip suç için belli ispat vasıta ve ölçüsünün istenmesi, suçluya
    işkence edilmesinin yasaklanması, cezalandırmada adaleti gerçekleştirmeye,
    haksızlığı ve hakkın suiistimalini önlemeye yönelik ilkelerdir.
    Araştırmacı Gazeteci İbrahim Çim. Dr. İlhan AKBULUT Tan alıntı vardır
REKLAM ALANI
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.