ADİL DÜZEN HUKUKUNDA SUÇLAR VE CEZALAR
Adil Düzen İslam Hukukudur. Tüm insanların adil bir düzende eşitlik ilkesinde yaşaması için uyarlanmıştır. İslam dini iman, ibadet, muamelât (muameleler) ve ahlâk alanlarındaki prensiplerin uygulanmasını sağlamak, bunlarla ilgili emir ve yasakların ihlalini önlemek, ferdi ve içtimai hayatı bütün yönleriyle ıslah etmek maksadıyla gerek dünya gerekse ahiret hayatına yönelik olarak birtakım özendirici veya caydırıcı tedbirler almıştır. Bu tedbir ve müeyyidelerin tamamı ceza kavramının kapsamı içindedir.
İslam hukuku, suç ve ceza konularını “Ukubat” adı altında toplamıştır
İslam hukukunun ilk ve en esaslı kaynağı olan Kuran’da Ukubat diye ayrı bir bölüm yer almamaktadır. Ancak Kuran hükümlerinin sınıflandırılmasında ceza hukuku kapsamına giren konular, “Ukubat” adıyla anılır ve ayrıca İslam hukukunun ana kaynaklarından olan Sünnet, İcma ve Kıyas yoluyla elde edilen ceza hükümlerini de kapsar
İslam Hukukunda Suçlar
İslam hukukunda suçlar üç kısma ayrılmaktadır:
1) Birinci Kısım Suçlar: Bunlar, katil (cinayet’ün nefis), yani bir
kimseyi öldürmek veya bir kimseyi çeşitli şekillerde yaralamak (cerh) suçlarıdır. Görüldüğü gibi bu suçlar, “hakkı ademiye” denen şahsın haklarına karşı işlenen fiilleri kapsamına alırdı
Bu suçlarda kişisel haklara üstünlük tanındığından af ve sulh geçerlidir. İslam hukukunda katlin beş çeşidi vardır:
Amden katil (bilerek isteyerek), şibih amit (kasıt benzeriyle), hataen katil, hata mecrasına cari katil (hataya benzer bir fiil), teşebbüsen katil.
Cerhin ise dört çeşidi vardı: Amden cerh, hataen cerh, hata hükmünde cerh, teşebbüsen cerh.
2) İkinci Kısım Suçlar: Bu suçlar, Kuran tarafından gösterilmiş olup, Allah’a karşı işlenen suçları kapsamına almaktadır
Bunlar İslam toplumunun yararlarına dokunan suçlardır. Hırsızlık, zina, şarap İçme, kazif veya zina iftirası, yol kesme, irtidat veya ridde denilen İslam dinini terk etmek gibi suçlardır. Bu suçlarda, suçtan zarar görenin şikayette bulunması gerekmezdi. Çünkü bunlar insanların birarada yaşamaları için kurulmuş olan düzeni bozar ve böylece Allah’a karşı işlenmiş olarak kabul edilirdi
Bu belli suçların işlendikleri mahkeme önünde kesinleşince artık af ve sulh geçerli olmazdı. Cezaların miktarı da değişmez olduğundan, bu cezalarda arttırma veya indirmenin yapılması da mümkün değildir
Ancak, suçlu suçunu kabul etmez ve toplanan delillerle de suçluluğu ispatlanamazsa Allah merhametli olduğu için affedeceğinden, hakimin cezalandırma yoluna gitmemesi tavsiye edilmiştir
Bu çeşit suçları kavuşturma görevi, devlet başkanına veya onun hakimine düştüğü gibi, her iyi Müslüman’ın da, böyle suçları ihbar etmek yükümlülükleri vardı
Ancak, kazif (zina yapan) ve hırsızlık suçlarında şikayet ve talep zorunlu olmaktadır
3) Üçüncü Kısım Suçlar: Taziren cezalandırılan fiiller bu gruba
girmektedir. Bilindiği gibi taziri gerektiren suçlar; hakkında ayet ve hadis gereği herhangi bir hükmün (nassın) bulunmadığı, ceza takdirinin hakime bırakıldığı suçlardır. Tazir sözcüğü yasaklamak, cezalandırmak, zorlamak, reddetmek, terbiye etmek, anlamında kullanılmaktadır. İslam hukuku kaynaklarında gerek suç, gerek karşılığında cezası gösterilmiş olmamakla beraber, kişilere veya kamuya zarar verdikleri için ulülemr tarafından cezalandırılan fiiller olarak geçmektedir
Devlet başkanı veya ona vekale eden hakim, suçluyu ve suçun toplumdaki durumunu gözönüne alarak cezayı takdir eder.
İSLAM HUKUKUNDA SUÇLAR VE CEZALAR
İslam hukukuna göre, devlet aleyhine işlenen suçlar, “taziren”
cezalandırılan suçlar grubuna girmektedir. Yani bu gibi suçların, nelerden ibaret bulunduğu, islam hukukunun metin halindeki kaynaklarında gösterilmiş değildir. Fakat, failleri, yine islamm ana prensiplerine göre “veliyyüTemr” ve onun naipleri olan hakimler ve “vülatı ceraim” denilen memurlar cezalandırabilirlerdi”.
II. İslam Hukukunda Cezalar
İslam dininin ana kaynağı olan Kuran ve Sünnet İslam ceza hukukunun da asli kaynağı olup bu alandaki temel prensipleri ve amaçları belirler. İslam hukukçuları ve hukuk ekolleri ise bu esas amaçların günlük hayata uygulanma tarz ve şartlarıyla ilgili hukuki yorum ve ayrıntıyı geliştirerek kendi devir ve toplumlarının problemlerini bu çerçevede çözmeye çalışmışlardır. Bu sebeple İslam ceza hukukunun klasik yapısı Kuran, sünnet ve İslam hukukçularının İçtihadları şeklinde hiyerarşik üç merhalede oluşmuştur. Kuran ve Sünnet’in belirlediği cezalar netice itibariyle İslam’ın korunmasını esas aldığı beş temel değerin yani akıl, din, can, ırz ve malın korunmasını, insanların genel ve özel yararını bir denge içinde gözetmeyi hedef alır. Bu cezalar, İslam’ın kötülüğü önleyip iyiliği hakim kılma ilke ve gayretinin bir parçasıdır
12 Cezalandırmanın amacı, genelde suçun aleniyetine ve yayılmasına engel olarak içtimai vicdanı ve yapıyı korumak, özelde ise suçu önlemek, suçluyu te’dib (terbiye verme) ve ıslah etmektir. İslam dini, şahsi hakların ağır bastığı cezalar da dahil olmak üzere cezalandırmayı devlete ait bir hak ve görev kılmakla hem devlet ceza hukuku fikrini tesis etmiş, hem de kısasın infazında, diyette ve hadleri uygulamada düzensizlikleri, haksızlık ve aşırılığı, eşitsizliği ve şahsi düşmanlıkları ortadan kaldırarak cezalandırmayı kanuni, genel ve adli esaslara bağlamıştır.
İslam hukukunda cezai müeyyideler çeşitli yönlerden farklı ayrımlara tabi tutulabilir. Amaçladıkları hak ve menfaatlerin mahiyetleri itibariyle cezalar hayata, bedene, şahsiyete, mal varlığına veya şahsın temel hak ve hürriyetlerine ilişkin olabilir. Suçun doğrudan doğruya karşılığı olan cezaya “asli ceza” denilir Bu cezayı infaz imkanı olmayınca onun yerine geçen “bedel ceza” dan veya asli cezaya ilave olarak verilebilen “ek ceza” dan söz edilir. Suçun ihlal ettiği hakkın, diğer bir deyişle cezanın infazında hakim olan hakkın mahiyetine göre cezalar Allah-toplum hakkına taalluk eden cezalar, şahsi haklarla ilgili cezalar, her iki hakkın da bulunduğu cezalar şeklinde üçlü bir ayrıma tabi tutulabilir. Bununla birlikte cezaların en çok bilinen tasnifi, sari (kanun koyan, şeriat koyan) tarafından belirlenip belirlenmediğine göre yapılan ve suçun çeşidini de dikkate alan ayrımdır.
Bunlar; had, kısas, ta’zir ve diyet’tir
Cezalar ve uygulama usullerini biz de, Allah’ın haklarına karşı işlenen suçlara verilen cezalar, kulun, yani bireyin çıkarlarına karşı işlenmiş olan suçlara verilen cezalar ve taziren cezalandırılan fiillerin cezaları şeklinde inceleyeceğiz.
1) Şahsın Haklarına Karşı İşlenen Suçların Cezası: Bu cezalar,
“kısas” ve “diyet” tir. “Hakkı ademiye” denen şahsın haklarına karşı işlenen suçlar, doğrudan kişiyle ilgilidirler
a) Kısas: Cinayette ödeşme olarak tanımlanabilecek olan kısas, gerek öldürme ve yaralama gerek herhangi bir uzvun yok edilmesi veya işe yaramaz duruma getirilmesi şeklinde işlenen suçların faillerinde, olanak elverdiği taktirde, işledikleri suçun aynı ile cezalandırılmasıdır
Kısas cana karşı ve uzva karşı kısas olmak üzere ikiye ayrılmaktaydı. Uygulanabilmesi için fiilin bilerek veya isteyerek işlenmesi, failin ergin ve mümeyyiz olması, öldürülenin hayatının şeriatça sürekli olarak korunmuş bulunması, öldürenin füru, kölesi veya furuunun kölesi olmaması gerekirdi.
Kasten adam öldürme suçunu işleyene kısas uygulanır. Burada cana karşı yapılan kısas, candır. İslam hukukçuları, kastı saptamada bazı ölçüler koymuşlardır. Nitekim, eğer fail eylemini, kesici, delici ve parçalayıcı bir aletle işlemişse bu, onda öldürme kastının mevcudiyetini gösterir. Bir bakıma kastın var olup olmadığı, ancak katilin kullandığı vasıtaya bakılarak tespit edilir. Kılıç, bıçak, ok mızrak, keskin taş, sivri ağaç gibi şeyler katil aleti sayılır. Yakarak öldürmek, kasten adam öldürmeye, dayak atarak öldürmek ise, kasıt benzeriyle öldürmeye girer
Ebu Hanife ise, sadece, bir uzvu vücuttan ayırabilecek bir silah ile, işlenen fiili, kasten işlenmiş sayar.
İSLAM HUKUKUNDA SUÇLAR VE CEZALAR
Demir, ağaç vs. Gibi bir aletle öldürmeyi, Kısası gerektiren adam öldürme olarak kabul etmez
Belirtelim ki, kısas cezasının verilebilmesi için suçlunun, suçu bilerek ve isteyerek işlemiş olması gerekir. Aksi halde: birini yanlışlıkla öldüren, aslında öldürücü olmayan bir fiili bile bile işleyerek ölüme sebep olan, bir fiili istemeyerek işleyen ve böylece ölüme sebep olan, doğrudan doğruya bir kimseyi öldürmek için işlenmemiş olan bir fiil sonucunda ölüme sebep olan suçlular hakkında kısas uygulanmaz
Uzva karşı kısasa gelince; Bir kimseyi bilerek, isteyerek ve haksız olarak öldürmeyecek biçimde yaralayan kimse olanak dahilinde ise aynı biçimde yaralanır. Bu yarayı isterse yaralanan kendisi açabilir.
Kısas hakkına sahip olana, veliyyi kısas, veliyyi cinayet veya veliyyi kati denir. Mağdurun velisi af ederse, veya sulh olurlarsa kısas cezası düşer.
Kısas, mağdur, veya velisi için bir hak olmakla birlikte, kısas veya diyetten veya bunların her ikisinden de vazgeçmek mümkündür. Af halinde yetkili otorite, suçluya taziren ceza verebilir. Kısas suçlarında fail, sadece mağdura yaptığı ile cezalandırılabilir. İkisi arasında benzerlik kurulamadığı, aynı durum söz konusu olmadığında kısas düşer. Kısas, öldürülenin velisinin hakkıdır. Bir başkası, veya devlet başkanı, adam öldüreni af yetkisine sahip değildir. Kısasla birlikte intikam yasaktır. Mahkumdan başkası öldürülemez. Mağdur tarafından mahkumun cezası infaz edilemez
Fail, öldürdüğü kimseyi nasıl öldürmüş olursa olsun, kısas keskin bir aletle boynunun kesilmesi yoluyla infaz edilir.
b) Diyet: Ölüm veya yaralama ile sonuçlanan bir suç işlendiğinde, kısas istenmediği veya kısasın mümkün olmadığı durumlarda, mal olarak verilmesi gereken bedele “diyet” denilmekteydi. Diyet bir bakıma para cezasıdır. Kısas istemeye hakkı olanların hepsinin veya birisinin bundan vazgeçip diyet istemesi veya kısası uygulamak için bulunması gereken şartlardan birisinin eksik olması veya kısasın diğer bir sebepten mümkün olmaması hallerinde Diyet uygulanabilmekteydi. Demek ki, diyet cezası, kısasa tabi suçların yanlışlıkla işlenmesinde veya kasten işlenip de kısas cezası şartlarının gerçekleşmediği, kanun koyucunun ceza miktarını belirlediği cezalardır. İnsanın azalarına karşı tecavüz ve yaralama halinde ödenmesi gereken tazminata erş denir. Eğer önceden bedeli saptanmamış bir yaralama ile karşı karşıya ise, hakim yaralananı bir köle kabul ederek, yaralama ile değerinde meydana gelen eksiklik oranında tam diyetin bir yüzdesine hükmeder. Buna “hükümet” adı verilir. Örneğin; köle olsaydı değeri 100 Kuruş edecek olan bir adam yaralanmadan ötürü artık 90 Kuruş edecekse demek ki değerinin % 10 unu yitirmiştir. O halde, ölüm diyetinin %10 unu suçlu, mağdura ödeyecektir
Diyet, deve, gümüş veya altın olarak ödenir. İslamiyet’ten önce bilerek ve isteyerek öldürmenin diyeti 10 dişi deve iken sonradan 100 dişi deve olmuş ve miktar Hz. Muhammed tarafından da kabul edilmiştir. Bazı hadislerde diyet miktarı 1000 Dinar altın, 12.000 dirhem gümüş, hatta 200 sığır, 2000 koyun veya 200 elbise olarak da geçer
Öldürmenin kasten veya hataen olması, diyet olarak verilecek develerin sayısını etkilemese de cins ve evsafını etkiler. Kasten ve kasta benzer öldürmede deveden verilecek diyet, çoğunluğun görüşüne göre bir, iki, üç ve dört yaşını tamamlamış develerin her grubundan yirmi beşer olmak üzere 100 dişi devedir. Hataen adam öldürmede ise, develerin vasfı daha hafifletilmiş ve yukarıda belirtilen dört gruptan yirmişer dişi deve ile bir yaşını tamamlamış yirmi erkek deve olarak belirlenmiştir.
Kadının diyeti, erkek diyetinin yarısıdır. Diyet; üç yılda üç taksitte ödenir. Öldürülen kölenin diyetinin değil kıymetinin tazmini gerektiği şeklindeki geleneksel düşünce İslam döneminde de devam etmiştir.
İslam hukukunda cezalar genellikle şahsidir. Ancak cezaların şahsi olmadığını veya kollektif olduğunu gösteren iki müessese vardır. Bunlardan birisi Akile diğeri Kasame’dir.
Akile, kasıt unsuru bulunmayan bir öldürme veya yaralama hadisesinde suçlu adına diyet ödemeyi yüklenen şahıslar topluluğu olarak tanımlanabilir
İslam ceza hukukunun karakteristik bir müessesesi olan
akile, İslam’ın ilk zamanlarında temelde kabile yardımlaşmasına dayanırken,
hemen ardından görülen hızlı İslam yayılışına bağlı olarak değişen sosyal
yapıya intibakı söz konusu olmuş, bunun üzerine teoride birtakım
değişikliklere uğrayarak bir gelişme göstermiştir
Akile bir bakıma,
suçlunun bu suçu işlemesine engel olmadığı için diyet ödemek suretiyle
cezalandırılmasıdır. Diyetin bu şekilde akılelerce ödenmesi zorunluluğu, bir bakıma yardım,
bir bakıma da cezalandırma niteliğindedir. Nitekim, diyet, akile tarafından
İSLAM HUKUKUNDA SUÇLAR VE CEZALAR
ödenince, hem mağdurun hakkı karşılanmış, hem de suçlunun kötü duruma
düşmesine meydan verilmeyerek sosyal bir yardım sağlanmış olmaktadır.
Akile fertlerine yükletilecek diyet, onları iktisaden kötü duruma
düşürmeyeceği biçimde hakim tarafından servetlerine göre bölünür. Akile
borcunu 3 yıl içinde ve üç taksitte ödeyebilir
24 Kasame, faili meçhul olarak bir kimsenin öldürülmüş olması halinde,
ölünün bulunduğu yeri böyle bir fiilin işlenemiyeceği şekilde kontrol
edebilecek durumda olanların, bazı şartlar ile diyet ödemeye mecbur
olmalarıdır. Öldürülmüş olduğu iddia edilen kimsenin cesedi bir kasabada,
bir mahallede, bir evde ses işitilecek kadar bir kasabaya yakın olan veya hiç
kimseye ait olmayan bir yerde bulunmuş olmalıdır. Ceset iki kasaba veya iki
aşiret arasında bir yerde bulunmuşsa, cesedin daha yakın olduğu kasaba veya
aşiret halkı kasameden sorumludur. Faili meçhul öldürme olayında, ölünün
bulunduğu toprak sahipleri kasameye tabi tutulurlar. Veli-i kısas, bunlardan
elli kişi seçer. Onlar, maktulü öldürmediklerine ve öldüreni de
bilmediklerine yemin ederlerse o zaman onlardan diyet alınır. İçlerinden biri
yemin etmezse, veli-i kısasın isteğiyle, ikrar veya yemin edilinceye kadar
hapsedilir. Veyahut diyet isterse, bütün diyeti onun ödemesine
hükmolunur
25 Diyetin bir ceza mı yoksa tazminat mı olduğu konusu uzun zamandır
tartışılmakla birlikte diyet kan bedeli ve tazminat olma özelliğini daima
korur. Diyetin ceza olma yönü, ödemesiyle failin şahsen borçlu olduğu
kasdi, kısmen de kasıt benzeri öldürmelerde daha belirgindir. Akılenin ve
üçüncü şahısların ödemeyi üstlendiği durumlarda ise artık diyet bir cezadan
çok tazminat ve sosyal sigorta görünümündedir.
2) Allah’ın Haklarına Karşı İşlenen Suçlara Verilen Cezalar
İslam hukukunda bazı suçlar için Kuran’da belirtilmiş değişmez
cezalara “hadd” denir. Hadd başlıca Allah’a karşı işlenen suçlara
konulmuştur. Bundan ötürü de değiştirilemezler. Hadd kelimesinin çoğulu
hudud’dur. Allah’ın haklarına karşı işlenen suçlar; hırsızlık, zina, şarap
içmek veya sarhoş olmak, kazif (birine zina isnat etmek), yol kesme, irtidat
yani İslam dinini terk etmek ve değişik görüşler olmakla beraber isyan’dan
ibarettir.
Bu suçlar Kuran’da yazılı olduğundan yakmmasız kovuşturulur.
Hadd cezası ağır müeyyideleri ihtiva ettiğinden söz konusu suçların hakim
huzurunda ispatlanması çok güç şartlara tabi tutulmuştur. Meselâ zinanın
sabit olması için dört erkek şahidin olay hakkında ve en küçük ayrıntılarına
kadar aynı şekilde tanıklıkta bulunmaları gerekir. En küçük şüphe halinde
haddlerin uygulanmasından vazgeçilir.
Kazif (zina iftirası) ve Sirkat (hırsızlık) suçlarında ceza için şikâyet
şarttır. Bu suçların isbatı sırasında ve verilen ceza infaz edilirken
şikayetçinin hazır bulunması gereklidir. Zinada şahitler hazır değilse ceza
infaz edilmez. Hattâ recimde şahitler taşlamaya kendileri başlamazsa ceza
düşer. Çünkü bunda bir şüphe uyanır. Hadler ise şüphe ile düşer. Hırsızlıkta
ihbardan önce çalınan şeyi iade etmek cezadan kurtarır. Yol kesicilikte
yakalanmadan önce nedamet ve tevbe haddi düşürür. Bu hallerde bu fiiller,
adi suçlardan sayılır ve cezayı affetmek mümkün olur
27 Hadd cezası uygulanan suçlar ve cezalarını şu şekilde belirtebiliriz:
a) Zina Suçu ve Recim-Sopa Cezaları: İslam hukukunda zina, şer’i bir
sözleşme bulunmadan yapılan haram bir cinsel ilişkidir
Zina fiilinin cezasına “haddi zina” adı verilir. Birbirleriyle evli olmayan veya efendi köle
durumunda bulunmayan ayrı cinsten iki kişinin birbirleriyle cinsel ilişkide
bulunmaları zina sayılmış ve recim veya sopa dayağı ile suçlu
cezalandırılmıştır. Nûr Suresinin ikinci Ayetinde:
“Zina yapan kadın ve erkekten her birine 100 değnek vurun”
buyrulmuştur. Bu ayete göre zina yapan kadın ve erkeğe yüz değnek hadd
vurulur. Bunların rızalarıyla bu işi yapmış olmaları cezaya hak etmek için
şarttır. Zorla ırzına geçilen kadına bu ceza verilmez. Ayette (mezniye) değil
de (zaniye) denilmesinin sebebi budur. Bu ayetten önce, Nisa suresinin 15.
Ayetine göre zina eden kadınlar, ıslah-ı hal edilinceye kadar, evlerinde
hapsedilirdi. Nûr Suresi ile değnek cezası verilirdi. Buna celde denir. Çünkü
deriye, cilde vurulur. Bu bir işkence, eti çürütmek için değil de te’dip için
vurmaktır. Onun için değnek vururken dikkat edilecek hususlar şöyle tesbit
edilmiştir: Değnek parmak kalınlığında olacak, düz ve budaksız bulunacak;
vuran kimse elini omuz hizasına kadar kaldıracak, fazla kaldırıp şiddetle
vurmayacak; çıplak bedene vurmayacak; yüz, karın boşluğu, tenasül yerleri
gibi nazik yerlere vurmayacak; değneklerin hepsi bir yere vurulmayıp
İSLAM HUKUKUNDA SUÇLAR VE CEZALAR
vücudun muhtelif yerlerine dağıtılacak; erkeğe ayakta, kadına oturduğu
halde vurulacak
29 Hazret-i Ömer zamanında bir sünnete dayanılarak zina suçunda recim
cezası da kabul edilmiştir. Musevi hukukunda büyük bir yer alan recim,
suçlunun yarı beline kadar toprağa gömüldükten sonra taşlanarak
öldürülmesidir. Sopa ve recim cezasının uygulanması bakımından zina
suçluları iki kategoriye ayrılmışlardır. Birinci kategoriye girenlere muhsen
adı verilmiştir ki, ergin, mümeyyiz, özgür ve hayatlarında evli olarak cinsel
ilişkide bulunmuş olan kimseler bu kategoriden sayılmışlardır. Yani
suçlunun suçu işlediği zaman evli olması değil hayatında evlilik içinde cinsel
ilişkide bulunmuş olması muhsen sayılmasına yeter. Muhsen’ler zina
işleyince recim ile cezalandırılırlar. Muhsen olmayanlar ise yani
yaşamlarında evlilik içinde cinsel ilişkide bulunmamış olanlar 100 değnekle
cezalandırılırlar. Her iki cezanın da verilebilmesi için, suçluların zina işlemiş
oldukları, ya dört tanıklığa ehil erkek tanığın gözleriyle görülmüş olmalı ve
bu tanıklar mahkemede tanıklıkta bulunmalıdırlar, yahut da suçlular ayrı ayrı
oturumlarda dört kez zina işlemiş olduklarını kabul etmiş bulunmalıdırlar.
Aksi halde bu sanıklara hadd cezası verilemez
g) Devlete Karşı İsyan Suçu ve Cezası (Bağy): Müslümanlardan bir
grubun, kendi kanaat ve ictihadlarına göre, yanlış yolda olan devlet
başkanına baş kaldırmalarına; onu devirmek, düzeni değiştirmek veya ayrı
bir devlet kurmak istemelerine “bağy”, bunu yapanlara da “baği” denir. Bu
hareket Hz. Osman’ın son zamanlarında başlamış, Cemel olayı, Sıffin ve
Haricilere karşı yapılan Nehrevan savaşları meydana gelmiştir. Osmanlı
hukukunda çokça görülen, siyaseten kati kurumunun temelini, devlete isyan
(bağy) suçu teşkil etmektedir. Asilere verilen ceza, İslam hukukçuklarının
ittifakıyla, had cezalarından sayılmıştır
38 İsyan suçu niteliği itibariyle irtidad
ve yol kesme suçlarından ayrılır. İsyancıların amacı adi suç işleme olmayıp,
tamamen siyasidir. İsyancı sıfatını taşıyanların müslüman olduklarından
kimsenin şüphesi yoktur. Fakat bunlar devlet başkanına karşı ayaklanarak
düzenin değişmesini isteyen, esas amaçları fesat çıkarma olmayan,
kendilerine göre yaptıklarının İslamın hayrına olduğunu düşünen bir
topluluktur. İsyancılardan, bir yere toplanıp grup oluşturmayanlarla devlete
baş kaldırmayanlara dokunulamaz. Hukuken diğer insanlara davranıldığı
gibi davranılır. Bozuk inançların haksız propagandasını yaparlarsa önce
uyarılır, sonra ta’zir edilir. Devlete isyan ettiklerinde, önce uyarılır, sonra
savaşılır. Savaştan önce uyarılmaları şarttır. Savaşta, kaçan kovalanmaz,
yaralı ve esirler öldürülmez, malları zapt edilmez. Çocukları esir edilmez.
Zaruret bulunmadıkça, evleri, paraları, ürünleri tahrip edilmez. Zira bu
savaşın amacı, yok etmek değil, yola getirmektir